Avrupa’nın İslamla ‘yeniden’ imtihanı
Gerçekte Avrupa hiçbir zaman tamamen
tecrit edilmemiş, tamamen Hıristiyan
olmamıştır… İslam Avrupa’nın parçasıdır,
İslam mirasımızın parçasıdır.
Jack Goody [1]
İslamın Avrupa bilincinde vuku bulmuş ‘ebedî bir travma’[2] olduğunu
söyleyen Edward Said’in çığır açan Orientalism (1978) adlı kitabı,
çeyrek asrını 2 yıl önce doldurdu. Bu süre zarfında Avrupa’nın Avrupalı
olmayan toplumlar ve kültürlerle olan ilişkilerinin tarihi, önceden
tahmin edilmeyen saçaklanmalar sergiledi. Oryantalizmin başka
toplumların tarihini çarpıtırken, kendi tarihini de çarpıttığı ve bu
ikili çarpık imajın ardından ‘hayalî bir Doğu’ ve ‘hayalî bir Batı’
inşa ettiği daha sık vurgulanır oldu (mesela Thierry Hentsch’in dikenli
kitabı Hayali Doğu’sunda bu vurguyu açıkça görmek mümkün [3]). Bu, bir
yandan Avrupa tarihinin üzerine örtülen ideolojik şalı açmaya, öbür
yandan da Avrupalı olmayan toplumların tarihi üzerine düşürülen
emperyal bakışın büyüsünü bozmaya yönelik çift yönlü bir fikrî çabayı
tetiklemiş oldu. Böylece tarihlerin içerisinde yıkanıp durulandığı yeni
bir kutsal havuz haline geldi tarihçilik mesleği. Tarih yazıcılığı
yeniden heyecan verici bir serüvene dönüştü. Bu yeni evrede,
silikleştirilmiş bir çok yüzün yeniden aydınlatıldığına tanık olduk ve
olacağız. İşaretler bu yönde kuvvetlenerek geliyor üzerimize doğru.
Avrupa ile İslam arasındaki ilişkilerin tarihi de benzer bir menisküs
kazasına uğramıştı. Koşmak bir yana yürüyemiyordu besbelli. Marshall
Hodgson’un “küresel ve eşit bir tarih” çağrısı, ancak 21. yüzyılın
şafağında, o da bazı kısıtlı vadilerde yankılar bulabilmiş durumda. Bu
vadilerin sayısı ve niteliği çoğaldıkça sesin kaynağının hangi
vaadlerde bulunduğunu daha berrak olarak anlama imkânına kavuşacağız.
Şimdi bu vadilerde yankılanan seslerden bazılarını yakalamaya
çalışalım. Roma’ya dönüş? Fransız
düşünürü Rèmy Brague’ın Avrupa: Roma Yolu[4] adlı kitabı, Avrupa’nın
yeniden Romalı olmaktan başka çıkar yolu olmadığına ilişkin iddiasıyla
şaşırtıcı bir çıkış yapıyor. ‘Romalılık’ (Romanitas), yani kendisi
dışındaki kültürleri bünyesine dahil etmek, içermek (inclusion),
ötekini dışlamamak yönündeki tavrın Avrupa’nın önündeki yegane seçenek
olduğunu söylüyor Brague. Ona göre Avrupa ya Romalı inclusivist
(kucaklayıcı) tavrına geri dönecek ve İslam başta olmak üzere ‘öteki’
kültür ve toplumlara kapılarını daha fazla açacak ya da kendi içine
kapanıp Karanlık Çağ’a doğru haşmetli bir dönüş yapacaktır! Aslında
Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin Avrupa Birliği kapısında
kullanabilecekleri yaman bir argümandır bu. Her halükârda ‘AB bizimle
daha güçlü olacak’ türünden karanlığa atılan sığ kementlerden daha
kuşatıcı ve daha derin bir tez Brague’ınki. Mesela onun Avrupalı
olmayı, baştan verili bir konum olarak görmeyen ve Avrupalılığı
“Avrupalılaşma” yönünde sonsuz bir çaba olarak değerlendiren şu ufuk
açıcı düşünceleri yeterince kışkırtıcı değil midir:
Avrupa’nın içeriği, tam anlamıyla içeren olmaktır, evrensel olana
açılmış olmaktır… Avrupalı kendi kimliğine, ileride doldurmak zorunda
kalacağı boş bir çerçeve olarak sahiptir sadece… Avrupa sürekli bir
kendini-Avrupalılaştırma hareketinden başka bir şey değildir… Avrupa,
Avrupalılaşmanın sonucudur, onun nedeni değildir. “Avrupalı” denen
mekânın (“Avrupalı” sayılan) sakinleri için tehlike, Avrupalılıklarını
kazanılacak değil de baştan elde edilmiş, artık bir serüven olarak
değil de konumunun bir kazancı olarak, evrensel bir çağrı olarak değil
de bir bölgeselcilik olarak düşünmektir… Bunun sonucu olarak, Roma’nın
artık Roma içinde olmaması mümkündür ve “Avrupalı olmayanların” temelde
Avrupa’nın şansı olan Romalı tutumu üstlenmeleri ve daha önce Avrupalı
olduğunu sananlardan daha çok Avrupalı olmaları mümkündür. [5]
Avrupa’nın çarpık aynalarıAvrupa kimliği hakkında çarpıcı yorumlar içeren bir başka çalışma,
Josep Fontana’nın Çarpıtılmış Bir Geçmiş: Avrupa’yı Yeniden Yorumlamak
adlı harikulade güzellikteki kitabıdır. (Ne yazık ki, Türkçe
tercümesinde kitabın ilk ve asıl başlığı olan Çarpıtılmış Bir Geçmiş’in
(A Distorted Past) yayıncı tarafından –nedense- “uçurulmuş” olduğunu
belirtmeliyim. Aynı kitabın Litera Yayıncılık tarafından yapılan 2.
baskısında bu hatanın düzeltilmiş olduğu görülmektedir.[6]) Gerçek bir
tarihçi soğukkanlılığı ve hakikat-perverliğiyle ortaya çıkan, eskilerin
deyişiyle “müdakkıyk” İspanyol tarihçisi Fontana’nın “aykırı”
yorumlarına bolca rastlanan kitabını, derin bir entelektüel heyecan
duymadan okumak kabil değildir. Fontana’ya göre Avrupa kültürüne,
nicedir kendisini ve kendisi haricindeki dünyayı çarpık bir tarzda
görmesini sağlayan ‘çarpıtıcı aynalar’ hakim olmuştur. Bu yüzden,
Avrupa kültürünü, içerisine sıkışıp kaldığı bu muharrif aynalar
dehlizinden bir an önce çıkarmak gerekmektedir. Ancak bu başarıldığı
zaman gerçekten “evrensel” ve her kültüre hakkını veren âdil bir tarih
kavrayışına ulaşmak mümkün olabilecektir. Aksi takdirde, Avrupa’nın
geçmişindeki parlak sayfalar, tarihin karanlıklarını boylama tehlikesi
ile karşı karşıyadır:
Eğer kendimizi duvarların
gerisine hapsetmekte ısrar edersek, hem içeriden hem de dışarıdan gelen
saldırganların elinde can vereceğiz. Değişen ortama ayak uydurma
yeteneğini yitiren bütün toplulukların başına geldiği gibi, böyle bir
durumda Avrupalılar ve yarattıkları uygarlık da yok olacaktır. Bu
gerçekleşirse, insanlığın tarihinde bir sayfa kapanmış olacak ve bir
yenisi açılacaktır. [7]
Avrupa’yı kuran İslamBu yazıda Ele alacağım üçüncü kitap ise başucumda ne zamandır: Europe
and Islam [8] (Avrupa ve İslam). Orta Çağ tarihi üstadı Franco
Cardini’nin imzasını taşıyan bu her satırından tebahhur tüten kitap,
bilinenlerden son derece farklı ve girift bir Avrupa ve İslam öyküsü
dokuyor. Floransa Üniversitesi’nde Ortaçağ tarihi dersleri veren
İtalyan tarihçi Cardini, İslam’ın Avrupa’da önyargılar, yanlış
bilgilendirmeler ve aleyhte yayınlar yüzünden hakiki mahiyetiyle
anlaşılamadığını vurguluyor. Eğer tarihe bu önyargılar, yanlış
bilgilendirmeler ve çarpıtmalardan salim olarak bakacak olursak, Avrupa
ile İslam arasında sanıldığından daha derin ve güçlü bağların mevcut
olduğunu göreceğizdir. Cardini, kitabında “Avrupa” ve “İslam” sözkonusu
olduğunda aklımıza geliveren Endülüs İslam medeniyetinin Avrupa’nın
biçimlendirilmesindeki rolüyle yetinmiyor. İtalyan olmanın avantajından
yararlanıyor ve bu defa ‘Sicilya ve Napoli İslam Medeniyeti’nin
izlerini takip ederek Avrupa medeniyetine bir tür beşiklik görevi
yapmış olan “İtalyan kültüründe İslam faktörü”nü genişlemesine ve
derinlemesine mercek altına alıyor. Cardini kitabında bir yerde 827
tarihinde vuku bulan Sicilya’nın Müslümanlarca fethi ve Palermo’nun
kuşatılması sırasında Napoli şehri idarecilerinin Bizanslılara karşı
Müslümanlara yardımcı olduklarından, hatta Müslümanları, kendilerini
Bizanslılardan ve Longobardi Prensleri’nin tasallutundan korumaları
için bizzat ülkelerine davet ettiklerinden bahsediyor. Yine mesela, Max
Weber’in o yere göğe sığdıramadığı ve modernliğin beşiği saydığı
Hıristiyan Avrupa sahil şehirlerinin (“Batı şehri”) Avrupa’ya mahsus
bir “başarı” olmaktan ziyade, İslam’ın Avrupa’daki yayılmasının
doğrudan bir ürünü olduğunu belirtiyor. Tarih, bir kez daha tepetaklak
oluyor Cardini’nin satırlarında. Nitekim Alvaro’nun şikayetlerinden, 9.
yüzyıl Kurtuba’sında Hıristiyan din adamlarının Arapça hüsnühat meşk
ettiklerini(!) öğreniyoruz. Alvaro’ya göre, Kurtuba’da bulunan papazlar
hattatlığa kendilerini o kadar kaptırmışlar ki, Tevrat ve İncil’i,
hatta Kilise Babaları’nın eserlerini çoğaltma işini dahi ihmal etmeye
başlamışlardır. Ya Sicilya’daki Arap şiirinin gökçe sesleri? “İçlerine
sinmiş derin hüzünden dolayı bu şiirleri dinlemeye yürek dayanmaz”,
diyor tarihçimiz. Ve İtalyan şiiri üzerinde gezinen Sicilya Arap
şiirinin gölgesine bir bıçak gibi sokuyor kalemini. Cardini,
İslamiyetin İtalya’daki etkisinin sürekliliğine delil olarak şunu da
zikretmeyi ihmal etmiyor: Müslüman Sicilya’nın Normanlarca geri
alınmasını müteakip kurulan yeni Hıristiyan idaresinde, eski rejimin
Arap kökenli memurları, sadece alt düzey memurluklarda değil, bizzat
divanda dahi görev almaya devam etmişlerdi! Böylelikle Norman
Krallığı’na Müslümanların katkısına dikkat çekiyor tarihçimiz.
Kısa devre yapan Avrupa!Cardini’ye göre, aslında Avrupalı halkların bilinci, 18. yüzyıla kadar
İslamiyete karşı bugün gördüğümüz türden bir önyargı seliyle kaplanmış
değildi. Ne var ki, 19. ve 20. yüzyıllarda Batı kültürü tam anlamıyla
bir “kısa devre” yaptı. Bunun sonucunda Arap veya İslam kültürüne ait
olan ne varsa, Avrupa kültürünün ‘ötekisi’ olarak kabul edilmeye
başlandı ve kültürün iliklerine kadar işlemiş bulunan İslam damgası,
büyük bir gayretle Avrupa’nın çok-renkli yüzünden kazınmaya ve
sökülmeye çalışıldı. Ama nafile. Çünkü “İslam, Avrupa’yı etkilemiştir”
demek bile hafif kalır tarihçimize göre; çünkü ‘İslam, Avrupa’nın
doğrudan doğruya kurucu unsurudur’. Tarihçimiz bir adım ileri giderek
diyebilirdi ki, İslam olmasaydı “Avrupa” da olmazdı. Eğer, diyor
Cardini, antik coğrafyacıların tasvirlerinin ötesine gidip de “modern
Avrupa” kavramı ile “Avrupa kimliği”nin nasıl ve ne zaman doğduğunu
kendi kendimize soracak olursak, İslam’ın, onun vücuda gelmesinde
(negatif de olsa) belirleyici bir faktör olduğunu fark ederiz. Bazı
tarihçiler (paradoksal olarak) Hz. Muhammed’i Avrupa’nın ‘kurucu
babası’ olarak selamlıyorlarsa da, benzer bir rol neden Osmanlı
padişahları olan Fatih Sultan Mehmed veya Kanuni Sultan Süleyman’a da
atfedilmesin? Onlar ki, Avrupa kıtasının sakinlerini, mesela
Protestanların resmen tanınmasını sağlayarak pozitif, aynı zamanda
Avrupa’yı, kendilerini savunmak ve tanımlamak zorunda bırakarak negatif
bir yoldan biçimlendirmişler ve böylece Avrupa kimliğinin oluşması için
son derece elzem olan “öteki” duygusunu geliştirmelerine yardım
etmişlerdir.
Küresel bir tarihe doğru Bir başka deyişle, İslam’ı aradan çıkardığınızda, Avrupa tarihinin
geçmişini olduğu gibi bugününü de boydan boya yırtmış ve sakatlamış
olursunuz. Sonuçta, Avrupa tarihi kadar dünya tarihi de anlaşılmaz bir
hale gelir. Bu yüzden Avrupa-İslam ilişkilerine geçmişte olduğundan
daha nafiz bir nazarla ve daha cevval bir paradigma ve yöntemle bakmak
zorundayız. Buradaki yöntemimiz, Avrupa ve İslam ilişkilerini
“Doğu-Batı Çatışması” veya “Uygarlıklar Çatışması” şeklinde bir çatışma
söylemini yeniden üretmek olmamalı, daha ziyade bir alış-veriş ve
etkileşim ağının temasları ve temassızlıklarının diyalektiği noktasında
ele almalıdır. Daha doğrusu, Küresel Tarih’in yakın unsurlarının
etkileşimleri şeklinde. Eğer Gotik mimarinin İslam’ın eseri olduğunu ya
da Venedik’teki San Marco meydanının mimari dizaynının Şam’daki Emevi
Camii çevre düzenlemesinden etkilendiğini[9]; Müslümanların Avrupa’ya
İspanya ve Portekiz kanalıyla sadece bilimsel ve felsefî abideleri
değil, aynı zamanda sulama teknikleri ve tarım yöntemlerini de miras
bıraktıklarını, daha önemlisi, “polity”, yani birlikte yaşama pratiğini
Avrupa topraklarına bir tohum gibi diktiklerini görmezden gelirsek, ne
Avrupa’yı, ne de “biz”i anlama imkânını bulabiliriz. Bugün Avrupa’nın
18. yüzyıldan bu yana içine girdiği “kısa devre”nin tamiri de İslam’la
yeniden yüzleşmekle mümkün olacaktır. Çarpıtılmış geçmişin salimen
hatırlanmasıyla elbette…
1. Jack Goody, Islam
in Europe, Polity Press, 2004, s. 14. Türkçe çevirisi: Avrupa’da İslam
Damgası, Şahabettin Yalçın, İstanbul 2005, Etkileşim Yayınları.
2. Edward W. Said, Orientalism, Routledge & Kegan Paul, 1980, s. 59.
3. Thierry Hentsch, Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik
Bakışı, Çeviren: Aysel Bora, İstanbul 1996, Metis Yayınları.
4. Rèmy Brague, Avrupa: Roma Yolu, Çeviren: Betül Çotuksöken, İstanbul 1995, Kabalcı Yayınevi.
5. Brague, age, s. 144-149.
6. Josep Fontana, Çarpıtılmış Geçmişe Ayna: Avrupa’nın Yeniden
Yorumlanması, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul 200?, Litera
Yayıncılık.
7. Josep Fontana, Avrupa’yı Yeniden Yorumlamak, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul 1995, Afa-İntermedya, s. 190.
8. Franco Cardini, Europe and Islam, İngilizceye çeviren: Caroline Beamish, Blackwell Publishers, 1999.
9. Deborah Howard, Venice and the East: The Impact of the Islamic World
on Venetian Architecture 1100-1500, New Haven: Yale University Press,
s. 2.
Mustafa Armağan (Zaman Gazetesi Yazarı) - [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Gerçekte Avrupa hiçbir zaman tamamen
tecrit edilmemiş, tamamen Hıristiyan
olmamıştır… İslam Avrupa’nın parçasıdır,
İslam mirasımızın parçasıdır.
Jack Goody [1]
İslamın Avrupa bilincinde vuku bulmuş ‘ebedî bir travma’[2] olduğunu
söyleyen Edward Said’in çığır açan Orientalism (1978) adlı kitabı,
çeyrek asrını 2 yıl önce doldurdu. Bu süre zarfında Avrupa’nın Avrupalı
olmayan toplumlar ve kültürlerle olan ilişkilerinin tarihi, önceden
tahmin edilmeyen saçaklanmalar sergiledi. Oryantalizmin başka
toplumların tarihini çarpıtırken, kendi tarihini de çarpıttığı ve bu
ikili çarpık imajın ardından ‘hayalî bir Doğu’ ve ‘hayalî bir Batı’
inşa ettiği daha sık vurgulanır oldu (mesela Thierry Hentsch’in dikenli
kitabı Hayali Doğu’sunda bu vurguyu açıkça görmek mümkün [3]). Bu, bir
yandan Avrupa tarihinin üzerine örtülen ideolojik şalı açmaya, öbür
yandan da Avrupalı olmayan toplumların tarihi üzerine düşürülen
emperyal bakışın büyüsünü bozmaya yönelik çift yönlü bir fikrî çabayı
tetiklemiş oldu. Böylece tarihlerin içerisinde yıkanıp durulandığı yeni
bir kutsal havuz haline geldi tarihçilik mesleği. Tarih yazıcılığı
yeniden heyecan verici bir serüvene dönüştü. Bu yeni evrede,
silikleştirilmiş bir çok yüzün yeniden aydınlatıldığına tanık olduk ve
olacağız. İşaretler bu yönde kuvvetlenerek geliyor üzerimize doğru.
Avrupa ile İslam arasındaki ilişkilerin tarihi de benzer bir menisküs
kazasına uğramıştı. Koşmak bir yana yürüyemiyordu besbelli. Marshall
Hodgson’un “küresel ve eşit bir tarih” çağrısı, ancak 21. yüzyılın
şafağında, o da bazı kısıtlı vadilerde yankılar bulabilmiş durumda. Bu
vadilerin sayısı ve niteliği çoğaldıkça sesin kaynağının hangi
vaadlerde bulunduğunu daha berrak olarak anlama imkânına kavuşacağız.
Şimdi bu vadilerde yankılanan seslerden bazılarını yakalamaya
çalışalım. Roma’ya dönüş? Fransız
düşünürü Rèmy Brague’ın Avrupa: Roma Yolu[4] adlı kitabı, Avrupa’nın
yeniden Romalı olmaktan başka çıkar yolu olmadığına ilişkin iddiasıyla
şaşırtıcı bir çıkış yapıyor. ‘Romalılık’ (Romanitas), yani kendisi
dışındaki kültürleri bünyesine dahil etmek, içermek (inclusion),
ötekini dışlamamak yönündeki tavrın Avrupa’nın önündeki yegane seçenek
olduğunu söylüyor Brague. Ona göre Avrupa ya Romalı inclusivist
(kucaklayıcı) tavrına geri dönecek ve İslam başta olmak üzere ‘öteki’
kültür ve toplumlara kapılarını daha fazla açacak ya da kendi içine
kapanıp Karanlık Çağ’a doğru haşmetli bir dönüş yapacaktır! Aslında
Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin Avrupa Birliği kapısında
kullanabilecekleri yaman bir argümandır bu. Her halükârda ‘AB bizimle
daha güçlü olacak’ türünden karanlığa atılan sığ kementlerden daha
kuşatıcı ve daha derin bir tez Brague’ınki. Mesela onun Avrupalı
olmayı, baştan verili bir konum olarak görmeyen ve Avrupalılığı
“Avrupalılaşma” yönünde sonsuz bir çaba olarak değerlendiren şu ufuk
açıcı düşünceleri yeterince kışkırtıcı değil midir:
Avrupa’nın içeriği, tam anlamıyla içeren olmaktır, evrensel olana
açılmış olmaktır… Avrupalı kendi kimliğine, ileride doldurmak zorunda
kalacağı boş bir çerçeve olarak sahiptir sadece… Avrupa sürekli bir
kendini-Avrupalılaştırma hareketinden başka bir şey değildir… Avrupa,
Avrupalılaşmanın sonucudur, onun nedeni değildir. “Avrupalı” denen
mekânın (“Avrupalı” sayılan) sakinleri için tehlike, Avrupalılıklarını
kazanılacak değil de baştan elde edilmiş, artık bir serüven olarak
değil de konumunun bir kazancı olarak, evrensel bir çağrı olarak değil
de bir bölgeselcilik olarak düşünmektir… Bunun sonucu olarak, Roma’nın
artık Roma içinde olmaması mümkündür ve “Avrupalı olmayanların” temelde
Avrupa’nın şansı olan Romalı tutumu üstlenmeleri ve daha önce Avrupalı
olduğunu sananlardan daha çok Avrupalı olmaları mümkündür. [5]
Avrupa’nın çarpık aynalarıAvrupa kimliği hakkında çarpıcı yorumlar içeren bir başka çalışma,
Josep Fontana’nın Çarpıtılmış Bir Geçmiş: Avrupa’yı Yeniden Yorumlamak
adlı harikulade güzellikteki kitabıdır. (Ne yazık ki, Türkçe
tercümesinde kitabın ilk ve asıl başlığı olan Çarpıtılmış Bir Geçmiş’in
(A Distorted Past) yayıncı tarafından –nedense- “uçurulmuş” olduğunu
belirtmeliyim. Aynı kitabın Litera Yayıncılık tarafından yapılan 2.
baskısında bu hatanın düzeltilmiş olduğu görülmektedir.[6]) Gerçek bir
tarihçi soğukkanlılığı ve hakikat-perverliğiyle ortaya çıkan, eskilerin
deyişiyle “müdakkıyk” İspanyol tarihçisi Fontana’nın “aykırı”
yorumlarına bolca rastlanan kitabını, derin bir entelektüel heyecan
duymadan okumak kabil değildir. Fontana’ya göre Avrupa kültürüne,
nicedir kendisini ve kendisi haricindeki dünyayı çarpık bir tarzda
görmesini sağlayan ‘çarpıtıcı aynalar’ hakim olmuştur. Bu yüzden,
Avrupa kültürünü, içerisine sıkışıp kaldığı bu muharrif aynalar
dehlizinden bir an önce çıkarmak gerekmektedir. Ancak bu başarıldığı
zaman gerçekten “evrensel” ve her kültüre hakkını veren âdil bir tarih
kavrayışına ulaşmak mümkün olabilecektir. Aksi takdirde, Avrupa’nın
geçmişindeki parlak sayfalar, tarihin karanlıklarını boylama tehlikesi
ile karşı karşıyadır:
Eğer kendimizi duvarların
gerisine hapsetmekte ısrar edersek, hem içeriden hem de dışarıdan gelen
saldırganların elinde can vereceğiz. Değişen ortama ayak uydurma
yeteneğini yitiren bütün toplulukların başına geldiği gibi, böyle bir
durumda Avrupalılar ve yarattıkları uygarlık da yok olacaktır. Bu
gerçekleşirse, insanlığın tarihinde bir sayfa kapanmış olacak ve bir
yenisi açılacaktır. [7]
Avrupa’yı kuran İslamBu yazıda Ele alacağım üçüncü kitap ise başucumda ne zamandır: Europe
and Islam [8] (Avrupa ve İslam). Orta Çağ tarihi üstadı Franco
Cardini’nin imzasını taşıyan bu her satırından tebahhur tüten kitap,
bilinenlerden son derece farklı ve girift bir Avrupa ve İslam öyküsü
dokuyor. Floransa Üniversitesi’nde Ortaçağ tarihi dersleri veren
İtalyan tarihçi Cardini, İslam’ın Avrupa’da önyargılar, yanlış
bilgilendirmeler ve aleyhte yayınlar yüzünden hakiki mahiyetiyle
anlaşılamadığını vurguluyor. Eğer tarihe bu önyargılar, yanlış
bilgilendirmeler ve çarpıtmalardan salim olarak bakacak olursak, Avrupa
ile İslam arasında sanıldığından daha derin ve güçlü bağların mevcut
olduğunu göreceğizdir. Cardini, kitabında “Avrupa” ve “İslam” sözkonusu
olduğunda aklımıza geliveren Endülüs İslam medeniyetinin Avrupa’nın
biçimlendirilmesindeki rolüyle yetinmiyor. İtalyan olmanın avantajından
yararlanıyor ve bu defa ‘Sicilya ve Napoli İslam Medeniyeti’nin
izlerini takip ederek Avrupa medeniyetine bir tür beşiklik görevi
yapmış olan “İtalyan kültüründe İslam faktörü”nü genişlemesine ve
derinlemesine mercek altına alıyor. Cardini kitabında bir yerde 827
tarihinde vuku bulan Sicilya’nın Müslümanlarca fethi ve Palermo’nun
kuşatılması sırasında Napoli şehri idarecilerinin Bizanslılara karşı
Müslümanlara yardımcı olduklarından, hatta Müslümanları, kendilerini
Bizanslılardan ve Longobardi Prensleri’nin tasallutundan korumaları
için bizzat ülkelerine davet ettiklerinden bahsediyor. Yine mesela, Max
Weber’in o yere göğe sığdıramadığı ve modernliğin beşiği saydığı
Hıristiyan Avrupa sahil şehirlerinin (“Batı şehri”) Avrupa’ya mahsus
bir “başarı” olmaktan ziyade, İslam’ın Avrupa’daki yayılmasının
doğrudan bir ürünü olduğunu belirtiyor. Tarih, bir kez daha tepetaklak
oluyor Cardini’nin satırlarında. Nitekim Alvaro’nun şikayetlerinden, 9.
yüzyıl Kurtuba’sında Hıristiyan din adamlarının Arapça hüsnühat meşk
ettiklerini(!) öğreniyoruz. Alvaro’ya göre, Kurtuba’da bulunan papazlar
hattatlığa kendilerini o kadar kaptırmışlar ki, Tevrat ve İncil’i,
hatta Kilise Babaları’nın eserlerini çoğaltma işini dahi ihmal etmeye
başlamışlardır. Ya Sicilya’daki Arap şiirinin gökçe sesleri? “İçlerine
sinmiş derin hüzünden dolayı bu şiirleri dinlemeye yürek dayanmaz”,
diyor tarihçimiz. Ve İtalyan şiiri üzerinde gezinen Sicilya Arap
şiirinin gölgesine bir bıçak gibi sokuyor kalemini. Cardini,
İslamiyetin İtalya’daki etkisinin sürekliliğine delil olarak şunu da
zikretmeyi ihmal etmiyor: Müslüman Sicilya’nın Normanlarca geri
alınmasını müteakip kurulan yeni Hıristiyan idaresinde, eski rejimin
Arap kökenli memurları, sadece alt düzey memurluklarda değil, bizzat
divanda dahi görev almaya devam etmişlerdi! Böylelikle Norman
Krallığı’na Müslümanların katkısına dikkat çekiyor tarihçimiz.
Kısa devre yapan Avrupa!Cardini’ye göre, aslında Avrupalı halkların bilinci, 18. yüzyıla kadar
İslamiyete karşı bugün gördüğümüz türden bir önyargı seliyle kaplanmış
değildi. Ne var ki, 19. ve 20. yüzyıllarda Batı kültürü tam anlamıyla
bir “kısa devre” yaptı. Bunun sonucunda Arap veya İslam kültürüne ait
olan ne varsa, Avrupa kültürünün ‘ötekisi’ olarak kabul edilmeye
başlandı ve kültürün iliklerine kadar işlemiş bulunan İslam damgası,
büyük bir gayretle Avrupa’nın çok-renkli yüzünden kazınmaya ve
sökülmeye çalışıldı. Ama nafile. Çünkü “İslam, Avrupa’yı etkilemiştir”
demek bile hafif kalır tarihçimize göre; çünkü ‘İslam, Avrupa’nın
doğrudan doğruya kurucu unsurudur’. Tarihçimiz bir adım ileri giderek
diyebilirdi ki, İslam olmasaydı “Avrupa” da olmazdı. Eğer, diyor
Cardini, antik coğrafyacıların tasvirlerinin ötesine gidip de “modern
Avrupa” kavramı ile “Avrupa kimliği”nin nasıl ve ne zaman doğduğunu
kendi kendimize soracak olursak, İslam’ın, onun vücuda gelmesinde
(negatif de olsa) belirleyici bir faktör olduğunu fark ederiz. Bazı
tarihçiler (paradoksal olarak) Hz. Muhammed’i Avrupa’nın ‘kurucu
babası’ olarak selamlıyorlarsa da, benzer bir rol neden Osmanlı
padişahları olan Fatih Sultan Mehmed veya Kanuni Sultan Süleyman’a da
atfedilmesin? Onlar ki, Avrupa kıtasının sakinlerini, mesela
Protestanların resmen tanınmasını sağlayarak pozitif, aynı zamanda
Avrupa’yı, kendilerini savunmak ve tanımlamak zorunda bırakarak negatif
bir yoldan biçimlendirmişler ve böylece Avrupa kimliğinin oluşması için
son derece elzem olan “öteki” duygusunu geliştirmelerine yardım
etmişlerdir.
Küresel bir tarihe doğru Bir başka deyişle, İslam’ı aradan çıkardığınızda, Avrupa tarihinin
geçmişini olduğu gibi bugününü de boydan boya yırtmış ve sakatlamış
olursunuz. Sonuçta, Avrupa tarihi kadar dünya tarihi de anlaşılmaz bir
hale gelir. Bu yüzden Avrupa-İslam ilişkilerine geçmişte olduğundan
daha nafiz bir nazarla ve daha cevval bir paradigma ve yöntemle bakmak
zorundayız. Buradaki yöntemimiz, Avrupa ve İslam ilişkilerini
“Doğu-Batı Çatışması” veya “Uygarlıklar Çatışması” şeklinde bir çatışma
söylemini yeniden üretmek olmamalı, daha ziyade bir alış-veriş ve
etkileşim ağının temasları ve temassızlıklarının diyalektiği noktasında
ele almalıdır. Daha doğrusu, Küresel Tarih’in yakın unsurlarının
etkileşimleri şeklinde. Eğer Gotik mimarinin İslam’ın eseri olduğunu ya
da Venedik’teki San Marco meydanının mimari dizaynının Şam’daki Emevi
Camii çevre düzenlemesinden etkilendiğini[9]; Müslümanların Avrupa’ya
İspanya ve Portekiz kanalıyla sadece bilimsel ve felsefî abideleri
değil, aynı zamanda sulama teknikleri ve tarım yöntemlerini de miras
bıraktıklarını, daha önemlisi, “polity”, yani birlikte yaşama pratiğini
Avrupa topraklarına bir tohum gibi diktiklerini görmezden gelirsek, ne
Avrupa’yı, ne de “biz”i anlama imkânını bulabiliriz. Bugün Avrupa’nın
18. yüzyıldan bu yana içine girdiği “kısa devre”nin tamiri de İslam’la
yeniden yüzleşmekle mümkün olacaktır. Çarpıtılmış geçmişin salimen
hatırlanmasıyla elbette…
1. Jack Goody, Islam
in Europe, Polity Press, 2004, s. 14. Türkçe çevirisi: Avrupa’da İslam
Damgası, Şahabettin Yalçın, İstanbul 2005, Etkileşim Yayınları.
2. Edward W. Said, Orientalism, Routledge & Kegan Paul, 1980, s. 59.
3. Thierry Hentsch, Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik
Bakışı, Çeviren: Aysel Bora, İstanbul 1996, Metis Yayınları.
4. Rèmy Brague, Avrupa: Roma Yolu, Çeviren: Betül Çotuksöken, İstanbul 1995, Kabalcı Yayınevi.
5. Brague, age, s. 144-149.
6. Josep Fontana, Çarpıtılmış Geçmişe Ayna: Avrupa’nın Yeniden
Yorumlanması, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul 200?, Litera
Yayıncılık.
7. Josep Fontana, Avrupa’yı Yeniden Yorumlamak, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul 1995, Afa-İntermedya, s. 190.
8. Franco Cardini, Europe and Islam, İngilizceye çeviren: Caroline Beamish, Blackwell Publishers, 1999.
9. Deborah Howard, Venice and the East: The Impact of the Islamic World
on Venetian Architecture 1100-1500, New Haven: Yale University Press,
s. 2.
Mustafa Armağan (Zaman Gazetesi Yazarı) - [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Perş. Ağus. 21, 2014 1:36 pm tarafından abucabbar
» Black Dark Lite Edition 2010 V2 - Emre90, 2010'un En Şık Lite Sürümü
Çarş. Eyl. 04, 2013 1:57 pm tarafından sondevrim55
» izzet Yıldızhan - Sen Deli Misin fuLL 2009 | 320 Kbps
Perş. Tem. 18, 2013 10:01 am tarafından milliyetci1979
» Install ClockworkMod Recovery on the LG GT540 Optimus
Ptsi Şub. 04, 2013 10:51 am tarafından Karakatil
» Root the LG GT540 Optimus
Ptsi Şub. 04, 2013 10:50 am tarafından Karakatil
» LG P503 Optimus One Root + Recovery
Ptsi Şub. 04, 2013 10:45 am tarafından Karakatil
» LG-970 CWM Ve Root Enjekte Etme!
Ptsi Şub. 04, 2013 10:40 am tarafından Karakatil
» LG Optımus 3D Max Root Yapımı
Ptsi Şub. 04, 2013 10:31 am tarafından Karakatil
» LG Optimus 4X HD'ye CWM Yükleme
Ptsi Şub. 04, 2013 10:27 am tarafından Karakatil